
Yahya Kemâl Beyatlı
Bugün bir Usta öldü dostlar... Bugün; asıl adı, Ahmed Agâh olan, Nâzım'ın ilk hocası ve annesi Celile Hanım'la yolu, 1916'da bir Bektâşi dergâhında kesiştiği ve ilişkisi olduğu düşünülen, Yahya Kemâl BEYATLI öldü...
Bugün bir Usta öldü dostlar...
Bugün; asıl adı, Ahmed Agâh olan, Nâzım'ın ilk hocası ve annesi Celile Hanım'la yolu, 1916'da bir Bektâşi dergâhında kesiştiği ve ilişkisi olduğu düşünülen, Yahya Kemâl BEYATLI öldü...
***
"Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik!...
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan...
Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde!..
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik!
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!..."
derken coşturdun da, hâlâ coşturuyorsun be bizi Usta, dizelerinin arasında...
***
"Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç!
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!...
Cihana bir daha gelmek hayâl edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle...
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan,
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince...
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül..."
dediğinde henüz yanındaydın, Şiir yürekli sevdalıların ama...
***
Sanırım;
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol...
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler...
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden..."
derken, ayrılığı koymuştun zaten kafana...
***
Öyle ki; yıllardır, hiç göremese bile insanlar; 'Aziz İstanbul'a, tepeden baktırdı herkese Usta...
"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer...
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada;
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan..."
***
Ve Aşk!...
Yahya Kemâl BEYATLI’nın ömür boyu evlenmeyerek kendini cezalandırdığı, Nâzım’ın annesi Celile Hanım’la yaşadığı sıra dışı Aşk’ı…
Bu, Heybeliada’da geçen bir Aşk hikâyesidir dostlar!...
Yıllardan beri konuşulan ve dillerden düşmeyen Yahya Kemâl ile Celile Hanım’ın Aşk’ı...
Celile Hanım; olağanüstü güzelliğiyle ün salmış, piyano çalan, resim yapan bir sanatçıdır… Oğlu genç Nâzım Hikmet’in tüm feryadına rağmen eşinden boşanmıştır... Dedesinin himayesine verilen Nâzım, Heybeliada’daki eski adı “Mekteb-i Bahriye-i Şahane olan Deniz Harp Okulu’na gönderilir…
Bahriye’deki tarih öğretmeni, ünlü Şair Yahya Kemâl BEYATLI’dır... Nâzım, öğretmenine hayrandır ve yazdığı Şiir’leri ona göstermektedir... Nâzım’ın yeteneğini keşfeden Yahya Kemâl, evlerinde ona ders vermeye başlar... Dersten sonra da, Celile Hanım’la sanat ve edebiyat hakkında uzun sohbetler yapmaktadır... Aralarındaki yakınlık giderek artar ve sonunda Aşk’a dönüşür...
Ancak genç Nâzım da, annesine âşıktır… Bir söyleşisinde şöyle der annesi için:
“Annem, âşık olduğum ilk kadındır... O zaman adet olduğu üzere, evlenirken önce O’nu gelinlik ve duvağıyla bir odaya oturtmuşlar, misafirler O’na baksın diye... O’na bakanlar güzelliğine hayran oluyor; bir insanın bu kadar güzel olabileceğine inanamadıklarından, duvağını kaldırıp kaldırıp bakıyorlarmış…
Anam Paris’te eğitim almış, ama İstanbul’un bütün âdetlerine de böyle riayet edermiş... Mavi gözleri vardı annemin, teni de öyle olağanüstüydü ki!...”
Celile, Yahya aşkı 1916’dan 1919’a kadar üç yıl sürer... 1918 yılında, Aşk dedikodularını duyan Nâzım’ın öfkeyle kendisini aradığını öğrenen Yahya Kemâl, hemen evini değiştirir ve adresini de uzun süre en yakınlarından bile gizler...
Nâzım, “Türk şiirine yeni poetik bir dil ve anlayış getiren büyük şair, anneme âşık olmuşsunuz... Lakin biliniz ki, muallimim olarak girdiğiniz eve asla babam olarak giremeyeceksiniz…” diye bir not yollar Yahya Kemâl’e...
Bu Aşk Yahya Kemâl’e esin kaynağı olur; Celile Hanım’a atfen “Vüslat”, “Telakki”, “Erenköy’de Bahar”, “Eski Mektup” Şiir’lerini yazar...
Celile Hanım’ın vapurla Heybeliada’dan evine dönerken duyduğu ayrılık acısını, ”Sessiz Gemi” Şiir’inde şöyle anlatır:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...”
En tanınmış Şiir’ini ise; bir gece kayıkla Celile Hanım’ın evinin önünden geçerken, evden yükselen kahkahaları duyunca kaleme almıştır:
“Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden,
Bendim geçen;
Ey sevgili, sandalla denizden...”
Celile Hanım bu Aşk bittikten sonra ikinci defa evlenir, ama Yahya Kemâl ömrünün sonuna kadar evlenmez…
Aradan yıllar geçmiş ve artık her ikisi de yaşlanmıştır… 1950 yılında, Nâzım hapishanede ölüm orucuna başlayınca; Türkiye’den, Avrupa’dan, Amerika’dan, Sovyetler Birliği’nden sanatçılar onun özgür bırakılması için yoğun çaba sarf ederler…
Artık gözleri görmeyen Celile Hanım da; elinde “Oğlumu kurtarın” pankartıyla Galata Köprüsü’nde imza toplayıp, oğlu gibi ölüm orucuna başlar…
Tam bu günlerde Galata Köprüsü’nden geçen Yahya Kemâl, Celile Hanım’ı görmezden gelir ve hızla oradan uzaklaşır…
***
Aşk’a sebep gerekmez de, kim bilir vardır belki sebebi? Bilemem… Ne düşündü de o an Şair, bu kadar coşkuyla Şiir yazdığı kadının yanına bile gitmedi?
Aşk bitti…
Heybeliada’da romantik bir şekilde başlayan Aşk, Galata Köprüsü’nde tamamen nihâyetine erdi…
Aşk, hiç biter mi?
Sahi, ne diyordu şarkı:
“Aşk bitti, elimden sanki minik bir balık kayıp gitti.
Aşk bitti, içimden sanki bir şeyler kopup gitti…
Aşk hiç biter mi?
Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi?
Aşk hiç biter mi?
Kalır adımızla bir sokak duvarında,
Bir ağaç kabuğunda, bir takvim kenarında…
Kalır bir çiçekte, bir defter arasında,
Bir tırnak yarasında, bir dolmuş sırasında…
Kalır bir odada, bir yastık oyasında.
Bir mum ışığında, bir yer yatağında…
Aşk hiç biter mi?
Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda.
Bir okul çıkışında, bir çocuk bakışında…
Kalır bir kitapta, bir masal perisinde.
Bir hasta odasında, bir gece yarısında…
Kalır bir durakta, yırtık bir afişte.
Buruk bir gülüşte, dağılmış yürüyüşte…
Aşk hiç biter mi?
Kalır bir sokakta, bir genel telefonda.
Bir soru yanıtında, bir komşu suratında…
Kalır bir pazarda, bir kahve kokusunda.
Bir tavşan niyetinde, bir çorap fiyatında…
Kalır bir yosunda, bir deniz kıyısında.
Bir martı kanadında, bir vapur bacasında…
Aşk hiç biter mi?”
Aşk hiç bitmez! Kalır bir yerlerde işte…
***
Nâzım; Yahya Kemâl BEYATLI'nın ölümünün ardından, eşi Münevver Hanım'a şu mektubu yazar:
“Canım karıcığım... Dün gece radyoda dinledim: Yahya Kemâl ölmüş... Büyük şair... Hocalarımdandı da, hem de çok şey öğrendiğim hocalarımdan ilki... 73 yaşındaymış...
Bir hayli zaman uyuyamadım. Yahya Kemâl gençliğimdi biraz da. Büyük şair, usta... Telgraf çekeyim dedim. Kime? Ne tuhaf şey, ne garip hâldeyim. Yahya Kemâl’in ölümünden duyduğum acıyı; halkıma bildirmek için, telgraf çekecek adresim yok…
İşte böyle...
Hava bu sabah açtı. Günlük güneşlik... Senaryoya başlayacağım. Kafam bomboş, yüreğim keder dolu ağzına kadar... Böyle bir ruh hâliyle, senaryoyu nasıl yazacağım bilmiyorum...
Ama başkaca çarem de yok, çalışmak lâzım... Yaşamak için değil! Unutmak için... Dalıp dalıp gitmemek için... Düşünmemek için kötü kötü...
İşte böyle gülüm...
Kusura bakma; senden uzaklık, sensizlik başta, muhacirlik, hattâ benimkisi gibi kardeş evinde de olsa, sevdiğim - inandığım bir dünyada da olsa, yazdımdı ya, ölümden beter...
İşte böyle…
Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır... Rahmet Yolları Kesti’nin, Fransızcasını aldım. Hasretle..."
***
Yahya Kemâl BEYATLI... Usta... Bundan 63 yıl önce, 1 Kasım 1958'de, henüz 73'ünde...
"Dönülmez Akşamın Ufku"na gitti! O meşhuuur "Sessiz Gemi"siyle... Ardından öylece bakakaldık...
Sürdü ufka "Sessiz Gemi"sini; bağırdı içinden Şiir kardeşi, "Yelkenleer foraaaaaa! İstikamet sonsuzluğa..."
Çok uzaklara gitti Ahmet Agâh! Artık dönülmez bir diyara. Hâlâ okuduğumuz dizeleriyle; bir daha, bir daha...
Şiir’leri çocuğuydu belki; birer birer, hepsi… Bilemem… Hiç evlenilmemiş ve meyvesi çocuğu olmayan; yurtdışında Vatan’ına ve İstanbul'a hasret, hayatının son 19 yılını; İstanbul Park Otel, 165 numaralı odasında geçirdiği, Şiir'le dolu bir yaşamdı O'nunkisi...
Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...