
Efdal Keser
Devlet Olmak
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 40’ıncı yıldönümünü kutladık. Törenler düzenledik, etkinlikler yaptık, nutuklar attık, dünyaya seslendik. Aradan koskoca 40 yıl geçti. Kimine göre bu süre çok kısa, bazılarına ise hatırı sayılır bir süreç. Çok fazla coşku olmasa da bazılarımız duygularını, gururunu paylaştı yıldönümünde. Kimimiz ise sessizce izledi olup bitenleri. Bir devlete sahip olmak elbette çok önemli. Ne var ki 40 yılda şu anda bulunduğumuz noktayı kısaca özetlerken, özeleştiride bulunmak istiyorum ki KKTC ile ilgili kendi fikirlerinizi oluşturabilesiniz.
Vatan veya yurt olgusundan başlayalım isterseniz. Kısaca tarif edecek olursak vatan veya yurt, bir halkın üzerinde egemen olarak yaşadığı, kültür ve uygarlığını oluşturduğu toprak parçasıdır. Yani memleketidir vatanıdır veya yurdudur. Bu durumda bizim yani KKTC’de yaşayan insanların bir yurdu, vatanı vardır.
Peki devlet nedir? Devlet, sınırları belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanlardan oluşan bir toplumu, düzen içerisinde yönetmek amacıyla, kurallar ve yasalar koyma erkine sahip başka bir ülkeye bağımlı olmayan kurumlar aracılığıyla otorite kullanan siyasal bir örgüttür. Yani bir devletin oluşması için üzerinde yaşadığın bir toprak parçası olması lazım. Bizim toprak parçamız var. Üzerinde yaşadığımız sınırları belli bir kara parçasında yaşıyoruz. O kara parçası üzerinde de bir devlet kurduk. Adı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC).
Bir devletten söz ederken o devletin bağımsızlığı elbette ki en önemli unsurdur. Bağımsız bir devletten söz ederken o devletin, kendi vatandaşları veya nüfusu tarafından her istediğini yapabilmesi yani egemenlik haklarının başka bir milletin veya bir devletin elinde olmaması gerekir değil mi?
Gelelim kırk yılın ardından şu anda içinde bulunduğumuz duruma. Ülkemizde alt yapı yok. Karanlığa bürünmüş, delik deşik yollarda kazalar yapıyor ve ölüyoruz. Gerçi bu kazaların olmasının bir nedeni bireysel hatalardır ama Devletin ihmali ve yapması gerekenler 40 yılda yapılmamış. Her yıl bu küçük ülkede onlarca canı yitiriyoruz. Küçük demişken nüfusa da değinmek lazım. Başbakanımızın da söylediği gibi nüfusu bilinmeyen bir ülke yarattık 40 yılda. Ne nüfusumuzu, ne gireni, ne de çıkanı biliyoruz. Kim öğrenci, kim çalışma izinli, kim kaçak belli değil. Nüfusu bilinmediği için Kıbrıs ağzı ile ‘guduru’ bütçelerin hazırlandığı bir Devlet oldu KKTC.
Enflasyonu konuşmaya bile gerek yok. Çünkü yüzde yüzlerin üzerinde seyrediyor. Yetkililere soracak olursanız pandemiden başlayıp, Ukrayna-Rusya savaşına kadar mazeretleri var ama esas nedenin TL’nin değer kaybı olduğunu yüksek sesle seslendirmiyorlar. Tam da bu noktada kendi para politikası olmayan bir devlettir KKTC aynı zamanda. Düşünün ki gece yatıyorsunuz sabah TL değer kaybettiği için fakirleşerek uyanıyorsunuz, üstelik bunda sizin hiçbir payınız yok. Hayat pahalılığı altında ezilen büyük bir kesim varken, pahalılığı durdurmaktan aciz bir yönetime sahip olduk 40 yılın ardından.
40 yılın sonunda nasıl bir ülkede yaşadığımıza birkaç örnek ile devam edeyim. 40 yıl eğitimde laiklik tartışması yaşamadık ama son zamanlarda eğitimde laikliğin elde gitmesi endişesi yaşanıyor. Partizanlığın haddi hesabı yok. Münhalsiz, sınavsız Devlet Daireleri’ne partizanca istihdamlar her geçen yıl artarak devam ediyor. Kara para aklama merkezine dönüşüyoruz 40 yılın sonunda. Yolsuzlukların, hat safhaya çıktığı, uyuşturucunun bir türlü önünün alınamadığı, 40 yılda elektrik sonunun çözüme kavuşmadığı için hala hemen her gün elektrik kesintilerinin yaşandığı, yükseköğrenim için ülkeye gelen öğrencilerin yolunacak kaz gibi görüldüğü bir Devlet oldu KKTC.
Devletimizi ilan edeli 40 yıl oldu ama dünyada bizi tanıyan ülke yok. Hala hiç değilse Türki Cumhuriyetlerin KKTC’yi tanıması için uğraşıyoruz. Türkiye de dâhil hiçbir ülkenin gelip resmi spor müsabakası bile yapamadığı bir ülkede yaşıyoruz 40 yılın sonunda ama bizimkilere göre emin adımlarla ilerliyoruz. Oysa Türkiye Süper Kupası maçı Suudi Arabistan yerine Lefkoşa’da oynansa dünyaya nasıl bir mesaj verilirdi düşünsenize. 40 yılın sonunda kendi kendimizi yönetebiliyor muyuz diye sorarsanız, mevcut koşullarda ülkeyi yönetenler, belki acizlikten, belki beceriksizlikten ya da her iki nedenden dolayı her şeyi Türkiye Cumhuriyeti’nden bekler durumda.
Kara bir tablo çizmiş olabilirim ama kırk yılın ardından baktığımızda bütün bu eleştirileri yapanlar nedense hala ‘Cumhuriyete inanmayanalar’ diye yaftalanıyor. Oysa kendi adıma konuşacak olursam, bütün bu eleştiriler bu ülkede yaşayan insanların hak ettikleri refahı ve demokratik yaşamı yakalayabilmeleri içindir. Eleştiriler, ‘Devlete inanmayanlar’ diyenlerin de onların çocuklarının da gelecekte daha iyi yaşamaları içindir. Bütün bu zorluklar vardır diye ülkeden mi gideceğiz? Elbette ki hayır. Bu topraklarda doğduk, bu topraklarda var olmak için uğraş verdik ve bu toprakları vatan bildik. Vatan bildiğimiz topraklarda özgür, demokratik bir düzen içinde, yönetilenlerin değil, yönetmesini bilenlerin işbaşına geldiği kendi kendini yöneten bir toplum olarak yaşamak da sanırım hakkımızdır.