
Elif Mirmahmutoğlu
Konca Kuriş'e Selamla... 28 Mayıs'ta Sandığa
Çocuktum ne internet vardı ne de dijital içerikler. Karayip korsanlarından biri gibi gözü bantlı bir kadın acıklı acıklı şarkı söylüyordu bir gözü bantlı idi ama diğer gözü makyajlıydı. Adı Bergen’di. Arabeskin kraliçesi. Yüzüne sevgilisi tarafından kezzap atılan kadın yine o adam tarafından katledildi.
90'lı yıllarda ise başka bir kadın dikkatimi çekmişti. Özgür, kendinden emin, farklı ve aykırı... Birkaç kez dinlemiştim. Genç kızlığa adım adım yürüdüğüm hayatı, kadının konum ve yerini sorguladığım yıllardı. Sevimli yüzü ile rahmetli teyzeme benzettiğim bu kadın TV'lerde boy gösteriyordu. Minibüsü ile Mersin’de nam salmıştı, dini sohbetlere katılıyordu. Başörtüsü ile ışıl ışıl parlıyor, İslam dininde kadının gerçek yerinin nasıl olduğunu anlatıyor, eşit dünya, eşit yaşam hakkı için mücadele ediyordu.
Feministti ama kızıl saçlarını savuran dövmeli feministlerden değildi, baş örtülü bir feministti. Kimilerinin uzak baktığı, yabancısı olduğu bir modeldi.
Cesur her kadın gibi, bir kesim için “tehdit” oluşturuyordu Konca Kuriş.
2000’lere geldiğimizde ben devlet yurtlarının havalandırma konusunda yoğun tartışmalar ve travmalar yarattığı odalarında, ülkem genç kızlarını inceliyor, laboratuvar ortamı gibi zengin olan kalabalıkta sosyal çıkarımlarda bulanıyordum. Ve bu işi Konya’da yapıyordum.
Konca Kuriş’in cesedi 23 0cak 2000 günü Konya’da, Hizbullah’a ait bir hücre evinde bulundu. Hizbullah militanları tarafından gördüğü ağır işkencenin görüntüleri de kaydedilmişti. Dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, bir grup gazeteciye bu görüntüleri izletmişti. Devlet o dönem kararlılıkla Hizbullah’a karşı mücadele ediyordu. Devlet güvendiğimiz noktada idi o yıllarda…
Kuriş’le ilgili en değerli çalışmalardan biri de Stanford Üniversitesi’nden Dr. Burçak Keskin Kozat’ın yazdığı ve 2003 de "Entandled in Secular Nationalism, Feminizm and İslam The Life of Konca Kuriş” (Seküler Milliyetçilik Feminizm ve İslamcılık Arasında Bir Hayat Konca Kuriş) idi. Okumanızı öneririm.
Yıl 2002'ye geldiğinde, şimdi emekli olan, o dönem aktif çalışan babamla “bir dost” ziyaretine gitmiştik. O dostu yine çocukluk günlerimden hatırlar gibiydim. Kitap, defter, boya kalemi gibi envai çeşit ürünün olduğu büyük bir kırtasiyesi olan, kocaman sakallı bir ortağı bulunan tonton bir amcaydı.
Siyasal İslam’ın yenilikçi kanadını temsilen kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)‘in İl başkanı olan Rahmetli Hamza Taş. Nedense o hep güzel nur yüzlü hali kaldı hafızamda. Samimi dindar saygılı ve tevazu sahibi bir insandı. “Solcu” olan babamla ortak noktayı bulmuş makul bir insandı. O zamanlar ortak noktalarda buluşmak böylesi zor değildi. Çünkü böylesi kıran girmemişti, toplumsal kesimler birbirine daha yakın ve uzlaşmacı idi.
Yıllar sonra son 20 yılda emek odaklı çalışan, çalıp çırpmayan bir siyasi fikre koşulsuz sırtını dayamayan her yurdum insanının yaşadığı ekonomik krizle boğuşurken kamu bankası olan Vakıfbank’ın takibe düşmüş kredilerini tahsil eden hukuk bürosunun avukatı Ethem Taş’ın ortağının karşısında oturuyordum. Geçen 20 yılın özetini izler gibiydim.
Ethem Taş aynı zamanda AKP Antalya İl Başkanı idi. Ortağı ise samimiyet yoksunu entellektüelesi sıfır, Başakşehir modeli bir adamdı. Nicelik odaklı nitelik yoksunu modeller görmüşsünüzdür siz de onları.
Cennet’i düşünürdüm, bazen de peruk takarken yaşadığı acıya ortak olduğum okul arkadaşımı. Günler geçmişti ama adalet diyerek gelenlerin mağduru milyonlardan biriydim son gelinen noktada.
Babam imam olmadığı gibi her ne kadar “Ulus” gazetesi okuyan bir Hacı torunu olsam da 20 yılda kazananlarda aranan niteliklerden yoksundum. Gerçi bir nitelik aranıyor mu orası da muamma. 20 yıllık AKP’nin kültürel anlamda istediği gelişmeyi sağlayamadığını Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da kabul etmişti hatırlarsanız.
Gelelim 2023’e... Gençliğimin ortalarında bir yaştayım artık :)) Ama zihnini berrak tutmaya çalışanlardanım, gençlerle mesaisi olan bir kadınım. Bu satırları da işte o gençler için yazıyorum esasen.
Şekilleri gelişen ama fikirleri siyasi irade ve kararlılıkları yönünde gelişimlerini henüz tamamlamayan o gençler, canım genç kızlara, genç kadınlara yazıyorum. Suya yazar gibi değil mesajın yerine ulaştığını ve ulaşacağından emin olarak yazıyorum.
28 Mayıs’da 2. Tur seçimleri ile yeniden sandık başında olacağız. Yüzü nurdan nasibini almamış Devlet Bahçeli’nin şiirleri, Ata İttifakı’na bel bağlayanların görmesi gereken Sinan Oğan’ın şahsi ikbal hesapları ve sahtekar pazarlığı değil mesele. Mesele annesi Çerkez olan eğitimli bir arkadaşımın “Keşke Kılıçdaroğlu yerine Sünni bir aday olsaydı” diye yazması, girdiğim şok da değil.
Eskişehir de evlenen ve halay çekmesine müsaade edilmeyen bir Kürt arkadaşım bana bir başka dostumuzun düğününe giderken bunu söylemişti. Tesis 4 salonlu idi ve biz diğer salona dalmıştık yabancı bir halaya girmiştik ve hiç dışlanmadan kabul görmüştük. Çünkü en mutlu gününde çekemediği halay onu üzmüştü. Ben o üzüntüyü gidermiştim kendimce.
Neyse mesele halay çektikleri için ters kelepçe ile göz altına alınan Kürtler de değil. Kürtler, verdiği sözü tutar, bunu da bilen bilir zaten. Mesele iyi ve kötü arasında tercih.
Velhasıl 28 Mayıs’da en çok kadınlara ve gençlere büyük görev düşüyor… Konu yaşam hakkımız. 14 Mayıs’ta Hizbullah’la bağlantısı açık olan Hür-Deva Partisi (HÜDA-PAR) AKP listelerinden meclise girdi. İstanbul Sözleşmesi’ni rafa kaldıranlar “Bekar kadınlarını sahiplendireceğiz” diyenlerle kol kola… Bu ne cüret.
Konca Kuriş, Bergen ve Özge Can Aslan’ı da eklemek isterim. Bu üç kadının ortak noktası Mersin’de olmaları, Mersinli olmaları ve cansız bedenlerinin orada olması. Onların kemikleri sızlamasın. Onlar kim ki bizi sahiplenecek. Bu ne hadsizlik...
Gelin kadınlar 28 Mayıs’da biz ‘Yine Baharlar Gelecek” diyelim, sandığa giderek yarınımıza sahip çıkalım.