Prof. Dr. Yasin Ceylan

Prof. Dr. Yasin Ceylan

Dil ve Global Anlatım

Bilindiği gibi, 19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. Asrın ilk yarısında dil, felsefenin ana konusu olmuştur. Çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Sosyal bir yapı olarak dil (Saussure), evrensel bir gramerin uygulanışı olarak dil (Chomsky), hem dilbilimciler hem de filozoflar tarafından, farklı açılardan ele alınmış, büyük bir literatür ortaya çıkmıştır.

Dilin bir felsefe konusu olarak ele alınması Analitik Felsefenin doğmasına da sebep olmuştur. Russel, Wittgenstein, Rorty ve diğerleri, kelime-anlam ilişkisi, dil-mantık ilişkisi üzerinde önemli eserler vermişlerdir.

Ne var ki, bir asır boyunca felsefenin ana konusu olan dil, günümüzde, felsefe konusu olmaktan çok, artık modern psikoloji ve nörolojinin konusu olmuştur. Çocuk yaşta dil öğrenme, kavramların beyindeki oluşumu gibi konular üzerine, yeni araştırmalar yayınlanmaktadır.

Ben bu makalemde, ne Saussure’nın bir yapı olarak dilinden, ne de Chomsky’nin evrensel gramerinden söz edeceğim. Toplumlararası ilişkilerin, tüm dillerde nasıl bir değişikliğe yol açtığından bahsedeceğim. Bu değişiklik, tek toplum, tek dil ilişkisinden doğan bir değişiklik değildir. Farklı dilleri konuşan, farklı kıtalarda yaşayan milletlerin, nasıl ortak bir anlatım (dil değil) üzerinde, bilerek veya bilmeyerek anlaştığını, anlatmaya çalışacağım:

Bu değişikliğe, ‘diller arası anlatım üslubu’ de diyebiliriz. Bu yeni üslubun kurucuları, gazete muhabirleridir. Dünyanın her tarafından haber veren, gördükleri, duydukları olayları özetleyen bu muhabirler, hangi dilde anlatmış olsalar olsunlar, hep aynı sistemi uygulamışlardır: Olayın yeri, zamanı, baş karakterleri ve sonuç. Bu evreleri her zaman, öz ve net, sırasıyla vermek durumundadırlar. Kapalı kelimeler, uzun cümleler kullanmazlar. Çok az yorum yaparlar. Yorumu izleyicilere bırakırlar.

Muhabirin söz ve yazılı raporları, televizyon, radyo ve sosyal medyada, dünyanın tüm dillerinde yayınlanır. Anlatım aynı anlatımdır, olayların sıralanması da aynı sıralanmadır. Sadece kelimenin şekli ve seslendirilmesi (telaffuz) farklıdır.

Bu hadisenin, tüm diller üzerine ve bulundukları kültürlere etkisi vardır. Dil, tarihin hiçbir zamanında olmadığı kadar kullanılmaktadır. Herkesin gözü önünde kullanılmaktadır. Geçmiş asırlarda olduğu gibi, dilin doğru kullanımı, yalnız kitap yazarlarına has bir özellik olmaktan çıkmıştır.

Diğer önemli etkisi, yazılı dil ile konuşma dilinin içi çe geçmesidir. Konuşulan dil, yazı dili haline gelmiştir. Eski kalıp formaliteler uygulamadan kalkmıştır. Bu durum, okur sayısını artırmış, dil kullanım kalitesini düşürmüştür.

Bu yazdıklarımın kanıtlamak için şöyle bir öneride bulunuyorum: 60-70 yıl önce yazılmış bir kitap (bir roman veya haber olabilir) ile son 10 yıl içerisinde yazılmış bir kitabı karşılaştırınız. Anlatım farkını (kullanılan kelimeleri, yeni kavramları kastetmiyorum) göreceksiniz. Bu değişim tüm dillerde olmuştur. En bariz sebebi, 60-70 yıl önce global muhabirler ve televizyonlar yoktu.

Böyle ortak bir anlam dilinin oluşmasının, kültürler arası iletişim bakımından, fevkalade olumlu etkisi yanında, dillerin, kendi çevreleri içerisinde bağımsız özellikler geliştirmesini kısıtlamıştır. Ayrıca, edebi dille yazılan metinlerin popülaritesini azaltmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar