
Prof. Dr. Yasin Ceylan
Lüks Yaşam
10 yıl kadar önceydi, ODTÜ’den bir grup akademisyen, Tahran’daki bir sempozyuma davetliydik. Sempozyum bitti, kara yoluyla Isfahana, yola çıktık. Yolda bir kasabaya uğradık. Kasabada bir köşkü ziyaret ettik. Bir saray kadar büyük. Şu an içinde kimse yaşamıyor. 19. Asırda yaşamış bir çay tüccarının eviymiş. Havuzlar, şadırvanlar, fıskiyeler peş peşe geliyor. Bir mahalle kadar büyük. Sonra cariyelere ait odalar. Adamın cariyeleri varmış. Kocaman bir duvar üstüne resmini yaptırmış. Tüccar at sırtında. At şaha kalkmış.
Köşkü dolaşırken zenginliğin yaratmış olduğu bu ihtişamı gördüm. Ve kendi kendime şöyle dedim:
Bu dünyada yaşayacaksan böyle yaşayacaksın. Yoksa, hiç yaşamayacaksın.
Zengin bir ortamda, zengin bir ailede büyümenin ve yaşamanın insan psikolojisi üstünde nasıl bir etki yarattığını bilmiyorum. Öyle bir tecrübem olmadı. Immanuel Kant, zengin, soylu ailelerin çocuklarına hocalık yaptı. Onların evinde yaşadı. Öyle bir yaşamdan sitayişle söz ettiğini anımsıyorum.
Ne var ki, yoksul bir ortamda, yoksul bir ailede büyümenin insan üzerinde ne tür olumsuz etkiler bıraktığını, az-çok biliyoruz.
Bir de bilim ve sanatla uğraşan insanların yaşamını düşünüyorum. Zengince yaşamaktan faklı bir etki yarattığı biliniyor. Bu uğraşlar sayesinde ruhun inceldiğini, duyguların berraklaştığını söyleyebiliriz.
Şu sonuca gelmek istiyorum: Çocukları ve gençleri, yoksulluğun negatif etkilerinden kurtarmak için, ailelerin geçim şartlarını düzeltmek esastır. Ülkeyi yönetenlerin ilk görevleri budur. Halka nasihat yerine, bu birinci derecedeki görevlerini yapsınlar.
Bu görev yapılmadığı müddetçe, halktan erdemli olmaların istemek, onlardan çok şey istemek demektir.