Prof. Dr. Yasin Ceylan

Prof. Dr. Yasin Ceylan

Toprak

Uzun zamandır toprak üzerine düşünüyorum. Bu kadar çeşitli bitki ve madenlerin kaynağı, toprağın kendisidir. En tatlı bir bitki ile en acı ve zehirli bitkiyi, aynı toprak üretir. Toprak üstündeki her türlü canlı, toprağın ürünüdür. İnsan da toprağın ürünüdür. Boşuna “Toprak Ana” dememişler.

Şimdi, insan bedeniyle toprak arasındaki ilişki, kolay anlaşılır. İnsan bedeninde ne kadar element ve mineral varsa hepsi toprakta var. Ölen insanın bedenini toprağa verdiğimizde, ona yabancı bir unsuru vermiş olmuyoruz. Nihayet, bedenin kendisi de bir toprak ürünüdür. Bir süre sonra kaybolup, hangi öğelerden oluşmuşsa, o öğelere geri dönüşecektir.

Şimdi, asıl soru aklımıza geliyor? Ya aklımız? Ya ruhumuz? Ya zihnimiz, belleğimiz, psikolojik yapımız? Bunlar nereye gidiyor? Bu saydığımız şeylerin toprakla ne ilgisi var?

Biliyorsunuz, antik zamanlardan beri, filozoflar teologlar, insanı, beden ve ruh olarak ikiye ayırmışlar. Descartes’ten itibaren bu ikiliye, beden zihin ikilemi adını verdik. Bu ayrılık, o kadar belirgin hale getirildi ki, rasyonalist filozoflar (Descartes, Spinoza, Leibniz) ikisi arasındaki etkileşimi bile ret ettiler. Ayrı dünyaların unsurları oldukları için birbirlerini etkilemezler dediler. Teologlar, ezelden beri, beden ölür ruh ölmez dediler. Öldükten sonra, hala ayakta kalan ruh için birçok senaryolar çizdiler. Sorgulama, Cennet, Cehennem gibi hayali kurumlar, ruh için ihdas edildi.

Tanrının kendisi de madde ile ilgisi olmayan, ruh gibi bir şeydi. Hatta Tanrıyı maddeden arındırmak, Tanrı tarifinin temel şartı haline getirildi.

Ruhun varlığını reddedenler, zihnin farklı bir varlık olduğunu kabul etmeyen, Modern Çağın filozofları, onu, bedenin veya beynin bir fonksiyonu olarak tanımladılar.

Ne var ki, zihni veya ruhu, toprakla iliştiren pek olmadı. Belki bir istisna Spinoza’dır. Tanrı kavramını Doğayla veya Evrenin kendisiyle özdeşleştiren bu filozof, Doğanın(dolayısıyla) Tanrının iki ana sıfatı vardır dedi: Maddi olan ile Akıl(soyut) olan. Bu bakışla, Doğanın maddi yapısı ile akılsal yapısı birleştirilmiş oldu. Tanrı kavramıyla da özdeş hale getirilmiş oldu.

Ne yazık ki, Kant, Spinoza’dan sonra yaşamış olmasına rağmen, onun bu düşüncesine fazla önem vermemiştir. O da klasik dönemin filozofları gibi, ruhu, ölümsüz bir töz olarak gördü. İnsan aklını ise, doğanın bir parçası olarak değil, doğa-üstü bir unsur olarak düşündü.

Bu kısa makalede benim iddiam şudur: Bedenimiz, nasıl toprağın bir ürünü ise düşüncemiz de toprağın ürünüdür. Düşüncedeki tüm bilgiler, doğa kanunları, fizik ve diğer bilimlerin, doğruluğu ispatlanmış tüm formüllerin, hepsinin kaynağı, toprağın kendisidir. Doğada elde ettiğimiz ve edeceğimiz her türlü bilgi, toprakta mündemiçtir(embedded). 

Bu görüşüme göre, ölüm, hem bedenen hem zihnen, bir son bulmadır. Toprağın, canlı bir ürünü olarak, varlığın bir halinin tezahürüdür. Bu anlamı Schopenhauer’in şu sözü çok iyi özetlemektedir: Ölmek, doğmadan önceki halimize dönmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar